Yavaşça Yenen Bir Lokma, İçeride Neye Dönüşür?

Yavaşça Yenen Bir Lokma, İçeride Neye Dönüşür?

Yemek sadece vücudu beslemez; bazen ruhu taşır, bazen zihni yatıştırır.
Uzun sofralarda, aceleye getirilmemiş tabaklarda, o görünmeyen dönüşüm başlar.
Kaşıkla ağza alınan bir lokma, midede sindirilmeden önce duygulardan geçer.

Bilim de bunu söylüyor artık.
“Gastrofizyoloji” ve “nörogastroenteroloji” gibi alanlar, yemekle beden arasında düşündüğümüzden çok daha karmaşık bir ilişki olduğunu ortaya koyuyor.
Yavaş yemek yemenin, sadece mideyi rahatlatmakla kalmayıp, vagus siniri yoluyla beyinle bağlantı kurduğu ve parasempatik sinir sistemini aktive ederek bedeni sakinleştirdiği biliniyor.
Yani gerçekten de: yavaş yediğinde bedenin rahatlıyor, zihnin gevşiyor, stres azalıyor.

Üstelik bu sadece biyolojik bir süreç değil.
Yeme anı sırasında devreye giren dikkat, farkındalık ve duygusal bütünlük — yani “mindful eating” olarak bilinen yaklaşım — günümüzde travma terapilerinden yeme bozukluklarına kadar pek çok alanda destekleyici bir araç olarak kullanılıyor.
Birçok terapist ve uzman, yemek sırasında tam dikkatle bulunmanın insanın duyusal belleğini harekete geçirdiğini, geçmişteki güvenli anıları canlandırdığını ve kendilik hissini onardığını söylüyor.

Bu da bizi HugLoveKiss’in kalbine getiriyor.
Çünkü HugLoveKiss sadece sofraya ne koyduğunla değil, o sofrada nasıl var olduğunla ilgilenir.
Masaya otururken telefonu bir kenara koymak, bir örtüyü özenle sermek, bardağı elinde biraz bekletmek — bunların hepsi bedene “şimdi buradasın” diyen küçük işaretlerdir.
Ve bu küçük işaretler bir araya geldiğinde, yemek bir ihtiyaçtan çok bir iyileşme alanına dönüşür.

Yemek yerken yalnız değilizdir aslında.
İçimizde bir yerlerde çocukluğumuzdan kalan bir ses, bir kokuyu hatırlatır; bir tat, birini anımsatır.
Ve her lokma biraz daha yakınlaştırır bizi kendimize.
Bu yüzden HugLoveKiss, çatal bıçaktan önce masa kurmaya inanır.
Çünkü neyi yediğimiz kadar, nasıl yediğimiz de bedenimize kalır.

Bloga geri dön