Bir Şişe Şarap, Altı Tabak ve Paella’nın Kokusu
Kapı zili ilk kez çaldığında henüz hiçbir şey hazır değildi.
Ama telaş da yoktu — bu gece kurallar yoktu.
Sadece şarap, dostlar ve mutfağın ortasında birlikte pişen kocaman bir paella.
Ben masayı kurarken biri camları açtı.
Wine Angels masa örtüsünü serdim, kumaş biraz yamuk oldu ama kimse umursamadı.
Çünkü bu masa “düzgün” değil, gerçek bir masa olacaktı.
Mutfağa döndüğümde herkes bir köşeye geçmişti.
Biri biber doğruyordu, biri sarımsağı ezip gülüyordu çünkü eline sinen kokuyu seviyordu.
Birisi, “Safran çok mu pahalıydı?” dedi, ben de “Bu gece için her şey mübah,” dedim.
Mutfak: kalabalık ama huzurlu.
Tarif değil ritüel:
Zeytinyağında önce kalamarlar kavruldu.
Sonra karidesler tavanın ortasında renk değiştirdi.
Renkli biberler, sarımsak ve taze soğan eklendi.
Domatesler rendelenip suyunu bıraktı, bezelyeler rengiyle mutfağı renklendirdi.
Arroz bomba işte o yuvarlak İspanyol pirinci dikkatle tavaya eklendi.
Üzerine safranla renklendirilmiş sebze suyu döküldü, karıştırılmadan kendi halinde pişmeye bırakıldı.
Son olarak midyeler yerleştirildi.
Kapağı kapandı. Müzik açıldı.
Bir şişe beyaz, bir şişe kırmızı.
Kadehler doldu, playlist 90’lar Türkçe pop’a sardı.
Herkes başka bir zamanda gibiydi:
Kimi mutfak sandalyesinde, kimi balkonda sohbet ederken, biri kesin bir tabak çanağın ucunu çaldı!
Önden kokusu sardı her yeri arkadan koca bir tepsiyle paella masaya geldi.
Orta yere kondu.
Kaşıklar havada buluştu.
Herkes bir an durdu.
Ve sonra ilk lokma geldi:
“Abi… bu çok iyi olmuş!”
Bir geceden ne kalır?
Biraz fotoğraf, birkaç kırıntı, kadehlerin izi.
Ama bence en çok: o geceki sofranın sesi.
Birlikte yemek yapmanın, birlikte gülmenin, birlikte susmanın sesi.